top of page
ANASAYFA.jpg

Uluslararası İnsancıl Hukuka İlişkin Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri

Uluslararası insancıl hukuk, insanların düşmanlarına karşı dahi saygı göstermesini gerektiren insanlık ilkesi üzerine kurulmuştur. Bu hukuk dalı, insan onurunun ve hayatının her şart altında korunması fikri temelinde, belli savaş metod ve araçlarını sınırlandırmak suretiyle sivilleri ve sivillere ait mülkleri korumayı amaçlamaktadır. Bu hukuk dalının en temel kaynakları 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli Ek Protokolleridir.


Uluslararası insancıl hukuk “gıda hakkından” açık şekilde bahsetmese de, hükümlerinin çoğu, silahlı çatışma sırasında insanların gıdaya erişiminin engellenemeyeceğini garanti altına almayı amaçlamaktadır. Uluslararası insancıl hukuk, silahlı çatışma zamanlarında insanların geçim kaynaklarını ve gıdaya erişimlerini koruyan temel bir yasal çerçevedir.


Uluslararası insancıl hukuk ve uluslararası insan hakları hukuku, silahlı çatışma durumlarında ekonomik ve sosyal hakların korunmasında karşılıklı olarak birbirini güçlendiren unsurlardır. Uluslararası insancıl hukuk, yükümlülükleriyle hem Devletleri hem de Devlet dışı aktörleri açıkça bağlaması bakımından uluslararası insan hakları hukukundan farklıdır. Uluslararası insancıl hukuk, silahlı bir çatışmanın taraflarını, ilgili kuralları insan hakları hukukunda olduğu gibi kademeli olarak değil, derhal uygulamaya mecbur eder. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme kapsamındaki asgari temel yükümlülüklerin askıya alınamaz olarak kabul edilmesi gibi, silahlı çatışma zamanlarında uluslararası insancıl hukuk kurallarına aykırı davranılamaz.


1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi ve 1977 tarihli iki Ek Protokol, uluslararası insancıl hukukun ana kurallarını belirler. Uluslararası insancıl hukuk, gıda ile ilgili önleyici nitelikte  hükümler içerir. Açlığın bir savaş silahı olarak kullanılmasını, mahsullerin, gıda maddelerinin, kuyuların ve sivillerin hayatta kalması için gerekli olan diğer nesnelerin tahrip edilmesini ve zorla yerinden edilmeyi yasaklar. Önleme başarısız olursa ve yetersiz beslenme ve açlık yaygınlaşırsa, insani yardımla ilgili kurallar uygulanabilir hale gelir, çünkü asıl amacı ihtiyaç sahibi insanlar için yardım kuruluşlarını korumaktır. İnsani yardımın reddedilmesi veya engellenmesi de uluslararası insancıl hukuk kapsamında yasaktır.


Uluslararası insancıl hukuk, uluslararası ve uluslararası olmayan savaşlar arasında ayrım yapmaktadır. 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokol I, Suriye Arap Cumhuriyeti ve Yemen'de meydana gelenler dahil olmak üzere uluslararası silahlı çatışmalara uygulanırken, Ek Protokol II, Güney Sudan'daki iç savaş dahil olmak üzere uluslararası olmayan çatışmalara uygulanabilir. Dört Cenevre Sözleşmesinin ortak 3. maddesi ve uluslararası insancıl teamül hukuku tüm savaşlar için geçerlidir. Siviller ve muharipler arasında ayrım yapma görevi, Ek Protokollerin temel bir özelliğidir.


Uluslararası insancıl hukukun birçok hükmü, bir Devlet Ek Protokollere taraf olsun ya da olmasın herkesi bağlayan teamül hukuku olarak kabul edilmektedir. Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (ICRC), geleneksel uluslararası insancıl hukuk üzerine bir çalışma yürüttü ve genel uygulamadan gelen ve kendi görüşüne göre şu anda hukuk olarak kabul edilen ve anlaşmalardan bağımsız olarak var olan 161 kural belirledi. — 149'u uluslararası olmayan savaşlarda da geçerlidir —


Kendini besleyemeyenlere yeterince yiyecek sağlanmasını sağlamak için belirli kişi kategorilerine çok sayıda kural uygulanır. Bunlara savaş esirleri, siviller ve tutuklular dahildir. Kadınlar ve çocuklar için özel hükümler mevcuttur. Aleyhte ayrım yasağı da vardır, bu da özel ihtiyaçlara dayalı tercihli muameleye açıkça izin verildiği ve hatta bazen gerekli olduğu anlamına gelir.


Gıda hakkına ilişkin tartışmalarda yeteri kadar önem verilmeyen insancıl hukuk kuralları, gıda hakkının silahlı çatışmalar esnasında etkin bir biçimde korunabilmesi için, gıda hakkına ilişkin hukuki düzenlemelerin temel bir bileşeni olarak kabul edilmelidir.


A. Önleyici Nitelikte Kurallar


Uluslararası insancıl hukuk kurallarından bir kısmı, temel bir insan ihtiyacı olan gıdanın korunmasına ilişkin önleyici nitelikteki kurallardır. Bu bölümde, açlık sorunun ortaya çıkmasını engellemeye yönelik önleyici nitelikteki kurallar olan açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılması yasağı, zorla yer değiştirme yasağı ve belli kategorideki kişilerin korunmasına ilişkin kurallar detaylı bir şekilde ele alınmıştır.


1. Açlığın Sivil Halka Karşı Silah Olarak Kullanılması Yasağı


Açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılması yasağı hem uluslararası hem de uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda açık ve kesin bir biçimde kabul görmüş bir yasaktır. Bu yasak, gerek sivillerin gıdaya erişimlerinin engellenmesi nedeniyle ölümlerin vuku bulması, gerekse sivil nüfusun gıda kaynaklarından yoksun bırakılması durumlarında ihlal edilmiş sayılmaktadır. Ayrıca, sivillerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan gıda maddeleri ve su gibi varlıklarına saldırılması veya bunlara zarar verilmesi de bu yasağın ihlali olarak görülmektedir. Bu yasaklar, ICRC'nin uluslararası insancıl teamül hukuku çalışmasına göre, genel olarak her tür silahlı çatışma için geçerli olan uluslararası teamül hukuku kuralları olarak kabul edilir. Çalışma, yasağın yalnızca gıda kaynaklarından ve malzemelerinden mahrum kalmanın açlığa neden olduğu durumlarda değil, aynı zamanda gıdaya erişimin engellenmesinden kaynaklanan açlık durumunda da ihlal edildiğini göstermektedir.


Açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılmasının yasaklanması, 1977 tarihli Uluslararası Silahlı Çatışmaların Mağdurlarının Korunmasına İlişkin Ek Protokol I’in 54. maddesinde hüküm altına alınmıştır. İlgili maddeye göre:


1. Bir savaş yöntemi olarak sivilleri aç bırakmak yasaktır.

2. Sivilleri aç bırakmak, sivillerin taşınmasına neden olmak ya da başka bir düşünceyle ya da başka hangi amaçla olursa olsun, taşıdıkları yaşamsal değer yüzünden düşman Taraf ya da sivil halkı bunlardan mahrum bırakmak amacıyla, yiyecek maddeleri ve yiyecek maddelerinin üretimi için tahsis edilen tarım alanları, tarım ürünleri, sürü hayvanları, içme suyu tesisleri ve depoları ve sulama kanalları gibi halkın yaşamını sürdürmesi için vazgeçilmez olan mallara saldırmak, bunları yok etmek, ortadan kaldırmak ya da kullanılamaz hale getirmek yasaktır.


Uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalara ilişkin olarak hazırlanmış olan 1977 tarihli Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışma Mağdurlarının Korunmasına İlişkin Ek Protokol II’de de benzer bir şekilde açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılması yasaklanmıştır. Ek Protokol-II’nin “Sivil halkın hayatta kalması için vazgeçilmez olan malzemenin korunması” başlıklı 14. maddesine göre:


Sivilleri aç bırakmayı çatışma yöntemi olarak kullanmak yasaktır. Bu nedenle, gıda maddeleri, gıda maddelerinin yetiştirildiği tarım alanları, ekinler, hayvanlar, içme suyu tesisleri ve depoları ve sulama tesisleri gibi sivil halkın hayatta kalması için vazgeçilmez olan mallara saldırmak, bunları yok etmek, yerinden kaldırmak ve kullanılamaz hale getirmek yasaktır.


Açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılması yasağı, aynı zamanda uluslararası örf-adet hukukunun bir parçası olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, devletler ilgili sözleşmelere taraf olup olmamalarına bakılmaksızın ilgili kuralla bağlıdır. Açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılması gerek uluslararası gerekse uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda yasaklanmış olmasına rağmen Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü’nde sadece uluslararası silahlı çatışmalar esnasında işlenmesi durumunda savaş suçu olarak kabul edilmiştir.


2. Zorla Yer Değiştirme Yasağı


Zorla yer değiştirme yasağı, silahlı çatışmalar esnasında açlık ve yetersiz beslenmenin önüne geçmek amacıyla konulmuş kurallardan biridir. Yerinden edilme, silahlı çatışma zamanlarında açlığa sebebiyet veren önemli bir faktördür. Bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan arazi, su gibi kaynaklardan veya iş olanaklarından koparılması, geçimlerini temin etme imkânlarının ellerinden alınması anlamına gelecek olup açlık ve kötü beslenme sorununu kaçınılmaz kılacaktır. Sivillere tatmin edici barınma, hijyen, sağlık, güvenlik ve beslenme koşullarının sağlanması ve aile bireylerinin ayrılmaması için mümkün olan tüm önlemler alınmalıdır.


Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin IV Numaralı Cenevre Sözleşmesi ile sivillerin zorla tahliyesinin yasaklandığı görülmektedir. İlgili Sözleşme’nin 49. maddesinin 1. fıkrasına göre:


Himaye gören şahısların, işgali altındaki topraklardan şagil devletin kendi topraklarına veya işgal edilmiş olsun veya olmasın başka bir devletin topraklarına ferdi olarak veya kitle halinde cebren nakilleri veya tehcirleri, her ne sebeple olursa olsun, yasaktır.


İlgili maddenin devamında, halkın güvenliği veya askeri gereklilikler nedeniyle sivil halkın bir başka bölgeye tahliye edilmesi durumunda ise sivillerin gıda ihtiyaçlarının karşılanmasını gerektiği hüküm altına alınmaktadır.


Benzer bir düzenleme, uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar için de öngörülmüş olup, Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışma Mağdurlarının Korunmasına İlişkin II No’lu Protokol’ün 17. maddesinin 1. fıkrasına göre:


Sivillerin güvenliği ya da zorunlu askeri nedenlerin gerekli kılması dışında sivil çatışmaya dayalı nedenlerden ötürü halkın zorunlu yer değiştirmesi emri verilmeyecektir. Bu tür bir yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi gerekirse, sivil halkın uygun sığınak, hijyen, sağlık, güvenlik ve beslenme koşullarında ağırlanması için gerekli bütün önlemler alınacaktır.


Sivillerin yaşadıkları yerden zorla tahliye edilmesi, Roma Statüsü’nde çatışmanın türüne bakılmaksızın savaş suçu olarak kabul edilmiştir.


3. Belli Kategorideki Kişilerin Korunmasına İlişkin Kurallar


Silahlı çatışmalar hukukunun en temel ilkelerinden biri, silahlı çatışmaya dahil olmayan kişilerin silahlı çatışmalar nedeniyle mağdur olmalarını engellemek veya azaltmaktır. Bu bağlamda, belli kategorideki kişilerin korunmasına ilişkin kurallar, silahlı çatışmanın tarafı olmayan sivillerin, savaş esirlerinin ve sivil enternelerin korunmasına ayrı bir önem vermektedir.


Silahlı çatışmalar hukuku tarafından korunmasına ayrı bir önem atfedilen gruplardan ilki kadınlar ve çocuklardır. Kadınlar ve çocuklar sadece silahlı çatışma durumunda değil, barış zamanında dahi gıdaya duydukları özel ihtiyaca rağmen, toplum içindeki zayıf durumları nedeniyle açlık ve kötü beslenmeden en çok etkilenen gruplardandır. Silahlı çatışmalar, kadınların ve çocukların bu zayıf durumlarını daha da şiddetlendiren bir etki doğurmaktadır. Silahlı çatışmalar hukukuna ilişkin Cenevre Sözleşmeleri de bu realiteden hareketle, kadın ve çocukların temel gıda ihtiyaçlarının sağlanması bakımından özel birtakım düzenlemeler içermektedir.


Sivillerin korunmasına ilişkin IV Numaralı Cenevre Sözleşmesi’nin 89. maddesi’nin son fıkrasına göre:


Gebe ve loğusa kadınlar ve on beş yaşından küçük çocuklar fizyolojik ihtiyaçlarıyla mütenasip munzam gıda alacaklardır.


İlgili Sözleşmede ayrıca, “Zilyed devlet, enternelere nakilleri sırasında sıhhatlerini idame için içecek su ve kâfi miktarda, vasıfta ve nevide gıda vereceği gibi, münasip elbise ve sığınak ve lüzumlu tıbbi müdavat da temin eyliyecektir.” hükmü ile, nakil edilen sivil eternelere yeterli gıda temin edilmesini öngörülmektedir.


Artık silahlı çatışmanın bir parçası olmayan savaş esirlerinin gıda ihtiyaçlarının temin edilmesine yönelik olarak da Savaş Esirlerinin Korunmasına ilişkin III Numaralı Cenevre Sözleşmesi’nde de benzer hükümler yer almaktadır. III Numaralı Cenevre Sözleşmesi’nin 20. maddesinin 2. fıkrasına göre:


Harp esirlerini elinde tutan Devlet, tahliye olunan esirlere kâfi miktarda içecek su, yiyecek, giyecek ve sıhhi bakımlarını temin edecektir;...


Aynı Sözleşmenin 26. maddesi ise savaş esirlerinin gıda hakkına ilişkin çok daha detaylı düzenlemeler getirmektedir. Bu maddeye göre:


Gündelik esas yiyecek tayın, miktar, evsak ve tenevvü bakımlarından harp esirlerini sıhhatli bir halde bulundurmaya, vücut ağırlığı kaybını ve gıda noksanı teşevvüşlerini önlemeye kâfi olmalıdır. Esirlerin alışık oldukları gıda tarzı da nazarı itibara alınacaktır.

Esirleri elinde tutan devlet, çalıştırılan esirlere kullanıldıkları işin yapılması için muktazi ilâve yiyecekleri verecektir.

Harp esirlerine kâfi miktarda içecek su temin edilecektir. Tütün içilmesine müsaade edilecektir.

Harp esirleri, yemeklerinin hazırlanmasına mümkün olduğu nisbette iştirak ettirilecektir; bu maksatla mutfaklarda kullanılabileceklerdir. Kendilerine, yanlarında mevcut bulunan erzakı hazırlamak imkânları da verilecektir.

Yemekhane olarak münasip yerler ayrılacaktır.

İaşeye taâllûk eden her türlü toplu inzibat tedbirleri memnudur.


Savaş esirlerinin nakilleri sırasında da gerekli gıda ve su ihtiyaçlarının sağlanması da aynı Sözleşme ile koruma altına alınmıştır. İlgili hükme göre; “Esirleri elinde tutan Devlet nakil sırasındanda harp esirlerine gerek bunları sıhhatli bir halde tutmaya yetecek kadar içme suyu ve yiyecek, gerek lüzumlu elbiseyi, barınacak yeri ve müdavatı temin edecektir.


Silahlı çatışmalar hukuku, devletlerin, fiziksel olarak gıdaya erişim imkânı bulunmayan savaş esirlerinin yanı sıra, sivillerin de temel gıda ihtiyaçlarının korumalarını gerektirmektedir. Bu bağlamda, işgal altında bulunan topraklarda, fiziksel olarak esir durumunda olmasa bile işgal nedeniyle önemli anlamda özgürlükleri kısıtlanmış olan sivillerin de işgalci devlet tarafından açlığa karşı korunmaları gerekmektedir. Bu yükümlülük IV Numaralı Cenevre Sözleşmesi’nin 55. maddesinde detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. İlgili maddeye göre:


Şamil devlet, halka lüzumlu olan iaşe maddeleriyle tıbbi maddeleri elinden geldiği nispette temin etmekle mükelleftir. Bilhassa işgal altındaki toprakların kaynakları yetmediği takdirde yiyecek ve tıbbi malzeme ile lüzumlu sair bilcümle eşyayı ithal edecektir.


B. İnsani Yardıma İlişkin İlke ve Kurallar


Silahlı çatışmalar esnasında bireylerin gıdadan mahrum kalmalarına yönelik yukarıda bahsedilen detaylı düzenlemelere rağmen, açlık ve kötü beslenme sorunu silahlı çatışmaların doğal bir sonucu olarak vuku bulmaktadır. Daha açık deyişle, tüm önleyici kurallara rağmen, silahlı çatışmalar, gıda hakkının en ağır şekilde ihlal edildiği ve gıda güvencesi durumunun olumsuz şekilde etkilendiği bir ortam yaratmaktadır. Bu ortam, açlık ve kötü beslenmenin yaygınlaşmasına, hatta kimi durumlarda insanların açlıktan ölmelerine neden olacak boyutlara ulaşmaktadır. Silahlı çatışmalar hukukunun önleyici kurallarının yeterli olmadığı böylesi durumlarda, insani yardıma ilişkin ilke ve kurallar devreye girmektedir.


Silahlı çatışmalar esnasında, sivillerin gıda hakkının korunması öncelikli olarak çatışan devletlerin, yükümlülüğündedir. Uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda ise belli bir bölgede etkin kontrol sağlayan veya belli ölçüde idari işlev gören örgütlü askeri güçler de, aslen sorumlu olan devletin yükümlülüklerini yerine getirmesinin engellendiği veya bu yükümlülüklerini yerine getirmesinin mümkün olmadığı durumlarda kontrolü altında bulunan sivillerin temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür.


İlgili aktörlerin bu yükümlülüklerini yerine getiremedikleri durumlarda, diğer devletler veya insani yardım kuruluşları sivil halkın gıda başta olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere insani yardımı ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilmek için devreye girebilirler. Burada hatırlatılması gereken husus, insani yardım kuruluşlarının ihtiyaç içinde bulunan kimselere hizmet sunma hususunda hukuki bir yükümlülük altında olmadıklarıdır. Bu nedenle, bu kuruluşların yardım faaliyetlerinin, çatışmanın taraflarının çatışma bölgesindeki ihtiyaçları giderme hususundaki çabalarını tamamlayıcı niteliklte olduğunu söylemek mümkündür.


İnsani yardıma ilişkin ilkeler, BM Genel Kurulu kararı ile net bir şekilde ortaya konmuştur. İlgili karara göre, insani yardımın insanlık ve tarafsızlık ilkelerine uygun bir şekilde yapılması gerekmektedir. BM Genel Kurulu, insani yardıma ilişkin 2003 yılında almış olduğu kararı ile bu ilkelere bir de bağımsızlık ilkesini eklemiştir. Bu ilkelere göre, insani yardım herhangi bir askeri, ekonomik ve siyasi amaç güdülmeksizin sivillerin gıda başta olmak üzere, diğer insani ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmalıdır.


Bu genel ilkeler ışığında, insani yardıma ilişkin kuralları, uluslararası silahlı çatışmalar ile uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar arasındaki ayrıma göre almak yerinde olacaktır.


Uluslararası silahlı çatışmalar durumunda insani yardıma ilişkin kuralların ilki IV Numaralı Cenevre Sözleşmesi’nde düzenlenmiştir. İlgili Sözleşmenin 23. maddesine göre:


Yüksek Akit Taraflardan her biri keza on beş yaşından aşağı çocuklara, gebe ve loğusa kadınlara zaruri olan yiyecek, giyecek ve kuvvet verici maddelerin de serbestçe geçmesine müsaade eyleyecektir.


İlgili hüküm, daha ziyade abluka altına alınmış bölgelerle ilgili bir içeriğe sahip olup 1977 tarihli Ek Protokol I ile insani yardıma ilişkin hükümler genişletilmiştir.


Ek Protokol I’in “Yardım Faaliyetleri” başlıklı 70. maddesinin 1. ve 2. fıkralarına göre;


1. Çatışmanın Taraflarından birinin kontrolü altında bulunan, işgal altındaki topraklar dışında kalan bir topraktaki sivil halka madde 69’da belirtilen malzemeler sağlanmaz ise, yapısı gereği insani ve tarafsız olan ve herhangi olumsuz bir ayırım gözetmeksizin yapılan yardım etkinlikleri, yardım faaliyetleri ile ilgili Tarafların anlaşmasına tabi olarak yürütülecektir. Bu tür yardım teklifleri silahlı çatışmaya müdahale ya da dostane olmayan davranışlar olarak algılanmayacaktır. Yardım malzemelerinin dağıtımında, çocuklar, doğum bekleyen anneler, doğum vakaları ve emziren anneler gibi Dördüncü Konvansiyon hükümleri ya da bu Protokol altında ayrıcalıklı muamele ya da özel koruma kapsamına alman kişilere öncelik tanınacaktır.

2. Çatışmanın Tarafları ve her bir Yüksek Akit Taraf bu kısımdaki hükümlere uygun olarak her türlü yardım malzemesine, ekipmana ve personele, yardım karşı tarafın sivil halkına gönderiliyor olsa bile hızlı ve engelsiz bir şekilde geçiş verilmesine izin verecek ve geçişi kolaylaştıracaktır.


Uluslararası olmayan silahlı çatışma mağdurlarının korunmasına ilişkin düzenlemeler getiren Ek Protokol II’nin 18. maddesinin de konuya ilişkin kural koyduğu görülmektedir. İlgili maddenin 2. fıkrasına göre:

Sivil halk hayatta kalması için gerekli olan gıda malzemeleri ve tıbbi malzemeler gibi malzemenin yokluğundan dolayı zorluklara maruz kalıyorsa, tamamen insani amaçlı ve tarafsız olarak ve herhangi bir aleyhte ayrım gözetmeyen yardım hareketleri ilgili Yüksek Akit Devletin rızası ile başlatılacaktır.


Ayrıca Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. maddesi, uluslararası olmayan silahlı çatışmalar durumunda da insani yardıma ilişkin genel kuralı koymaktadır. İlgili hükme göre; “Milletlerarası Kızılhaç Komitesi gibi tarafsız insani bir teşkilât, anlaşmazlık halinde taraflara hizmetlerini arzedebilecektir.


İlgili kurallar aynı zamanda uluslararası örf-adet hukuku kuralı olarak kabul edilmektedir. Ancak her iki Sözleşme’de de insani yardımın Tarafların anlaşması veya Taraf Devletin rızası ile başlatılabileceğinin öngörülmesi, özünde oldukça açık ve basit olan bu kuralların pratikte uygulanabilirliğini güçleştirmektedir.


Özellikle günümüzde yaşanan gerek uluslararası gerekse uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda, büyük bir yoksunluk içinde bulunan halka gıda başta olmak üzere diğer temel ihtiyaçların ulaştırılmasının devletler tarafından engellendiği görülmektedir. Bu bağlamda, mevcut uluslararası hukuk düzenlemelerinin günümüzde yaşanan silahlı çatışmalar bakımından zayıf kaldığı, doktrinde de dile getirilen bir husustur.


Mevcut uluslararası hukukun, insani yardım faaliyetleri için uluslararası silahlı çatışmalarda taraf devlet ile anlaşmayı ve uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda ise taraf devletin rızasını gerekli kılmasının neden olduğu güçlüğün nasıl aşılabileceği cevaplandırılması gereken bir sorudur.


Bu noktada, taraf devletin insani yardım faaliyetlerinin yürütülebilmesi için göstereceği rızanın Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne (“VAHS”) göre yorumlanması gerekmektedir. VAHS’ın “Genel Yorum Kuralı” başlıklı 31. maddesinin 1. fıkrasına göre: “Bir andlaşma, hükümlerine andlaşmanın bütünü içinde ve konu ve amacının ışığında verilecek alelade manaya uygun şekilde iyi niyetle yorumlanır.” İlgili hükme uygun olarak, “rıza” ifadesi yorumlandığı takdirde, ilgili devletin rızasının tamamen yok sayılmadığını, ancak bu ifadenin ilgili devlete insani yardım faaliyetine onay vermekten keyfi olarak kaçınabilme hakkı vermediğini söylemek mümkündür. Böyle bir yorum, anlaşmanın iyi niyetle yorumunun bir gereği olarak hem andlaşmanın öğeleri arasında bir denge sağlamakta hem de andlaşma ile tanınan bir hakkın kötüye kullanılmasını engellemektedir.


“Rıza” ifadesinin yorumunda VAHS’ın 32. maddesi dikkate alındığında da benzer bir sonuca ulaşmak mümkünüdr. İlgili hükme göre: “31. maddenin hasıl olan manayı teyid etmek veya 31. maddeye göre yapılan yorum, (a) manayı muğlak veya anlaşılmaz bırakıyorsa, (b) çok açık bir şekilde saçma olan veya makul olmayan bir sonuca götürüyorsa, manayı tespit etmek için andlaşmanın hazırlık çalışmalarına ve yapılma şartları dahil, tamamlayıcı yorum araçlarına başvurulabilir.” İlgili hükümden hareketle, “rıza” ifadesinin manasını tespit etmek için andlaşmanın hazırlık çalışmalarına bakıldığında, yardım faaliyetlerinin yürütülebilmesi için anlaşmayı reddetme hususunda kesin ve sınırsız bir özgürlük verilmediği görülmektedir. Bu nedenle, yardım eylemine rıza vermeyi reddeden taraf devletin, öngörülemeyen ve keyfi değil, geçerli nedenlerinin olması gerekmektedir.


Bu yoruma bağlı olarak, çatışmanın taraflarının, insani yardım faaliyetlerinin, “insani ve tarafsız olan ve herhangi olumsuz bir ayırım gözetmeksizin yapılan yardım etkinliklerine” izin vermesi beklenmektedir. Taraf devletler bu rızayı vermekten keyfi olarak kaçınmak suretiyle insani yardımı engeller ve sivil halkın açlığa mahkum kalmasına neden olurlarsa açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılması yasağını ihlal etmiş olacaklardır.


Konuya ilişkin olarak belirtilmesi gereken son bir husus ise, iki istisnai durumda ilgili antlaşmalarda öngörülen rızanın aranmaksızın, yardım faaliyetlerin yürütülmesinin mümkün olmasıdır. Bu istisnasi durumlardan ilki işgal durumu, diğeri ise BM Güvenlik Konseyi’nin rıza aranması şartını ortadan kaldıracak nitelikte bir karar vermiş olmasıdır.

Yardım malzemelerini kasten engellemek, Roma Statüsü'nün 8. maddesinin 2 (b) (xxv) paragrafı uyarınca bir savaş suçu olarak listelenmiştir.


Uluslararası silahlı çatışmalarda, çatışmanın bir tarafının kontrolü altındaki bölgelerdeki sivillere temel yardım malzemelerinin sağlanmasını düzenleyen özel kurallar mevcuttur. Hem uluslararası hem de uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda insani yardıma ilişkin olarak kabul eden Devlet adına onay gereklidir ve Devlet egemenliği ile acil insani yardım arasındaki gerilimlerin çözülmesine ilişkin bir tartışmaya yol açmıştır.


C. Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri’nin Türkiye’deki Durumu


1949 Sözleşmeleri, 12 Ağustos 1949 tarihinde imzalanmış, 21 Ekim 1950 tarihinde yürürlük kazanmıştır. İşbu sözleşmeler Türkiye tarafından 10 Şubat 1954 tarihinde onaylanmıştır. 1977 Protokolleri, 8 Haziran 1977 tarihinde imzalanıp 7 Aralık 1978 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 1977 Protokollerine taraf değildir. III. Protokol ise 8 Aralık 2005 tarihinde imzalanmış ve 14 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu protokolü, kendisinin I. ve II. protokollere taraf olmadığını hatırlatan bir bildirim eşliğinde 7 Aralık 2006 tarihinde imzalamıştır.

bottom of page