top of page

Uluslararası Antlaşmalar

Uluslararası antlaşmalar, uluslararası hukukun asli kaynaklarından biri olup taraf Devletler bakımından bağlayıcı niteliktedir. Uluslararası antlaşmalar, gıda hakkı bakımından incelenerek tasnif edilecek olursa iki temel sınıf oluşturulabilir. İlk sınıf, gıda hakkını tanıyan uluslararası insan hakları antlaşmalarıdır. Bu antlaşmalar, Birleşmiş Milletler bünyesinde akdedilen antlaşmalarla bölgesel olarak akdedilen antlaşmalardır. İkinci sınıf ise gıda hakkının normatif içeriğini yani gıdanın yeterli, bulunabilir, erişilebilir ve sürdürülebilir olmasını etkileyen -başta uluslararası çevre ve ticaret antlaşmalarıyla Uluslarararası Çalışma Örgütü antlaşmalarının olduğu- antlaşmalardır.
 

Bu antlaşmaların Türk hukukundaki durumunu belirlemek, gıda hakkının talep edilebilirliğini ve Devletin yükümlülüklerini tespit etmek bakımından önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesi, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaları kanun hükmünde kabul etmekte ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınmasını düzenlemektedir.
 

Aşağıda uluslararası antlaşmaları, gıda hakkını tanıyan ve etkileyen olarak belirlediğimiz iki temel sınıf etrafında, düzenlenen konu veya düzenleyen kurum bakımından tasnif ederek sunuyoruz.

A. GIDA HAKKINI TANIYAN ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI ANTLAŞMALARI

1. Birleşmiş Milletler Uluslararası İnsan Hakları Antlaşmaları

Gıda hakkının, Birleşmiş Milletler bünyesinde akdedilen uluslararası antlaşmalarla koruma altına alınmasının temelinde Birleşmiş Milletler Şartı bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler’in en temel amaçlarından biri, insan haklarına saygının geliştirilip güçlendirilmesi ve uluslararası ilişkilerin birtakım temel prensipler çerçevesinde barış içerisinde sürdürülmesidir. Dünya üzerinde yeterli kaynak bulunmasına rağmen günümüzde açlığın halen küresel bir sorun olarak devam ediyor olması, gıda hakkının tam olarak gerçekleştirilmediği bir dünyada gerçek anlamda bir uluslararası barış ve refah ortamının sağlanamayacağını göstermektedir. Bu nedenle, gıda hakkının herkes için etkin bir şekilde sağlanması, Birleşmiş Milletler’in temel amacı olan uluslararası barış ve refah ortamının sağlanması bakımından bir gerekliliktir. Gıda hakkı, insan haklarına ilişkin genel nitelikli antlaşmalardan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’de açık bir şekilde tanınmış olmakla birlikte Birleşmiş Milletler bünyesinde akdedilen özel konulu ve belirli gruplara koruma sağlayan uluslararası antlaşmalarla da garanti altına alınmıştır.

2. Bölgesel İnsan Hakları Antlaşmaları

İnsan haklarının korunmasına ilişkin Amerika, Afrika ve Avrupa kıtasındaki ülkelerin kendi aralarında akdettikleri bölgesel antlaşmalarda gıda hakkının, yaşam hakkı, sağlık hakkı, asgari ücret hakkı, sosyal güvenlik hakkı gibi diğer insan haklarıyla ilişkili olarak veya antlaşmalara ek olarak akdedilen protokollerle tanındığı görülmektedir.

B. GIDA HAKKINI ETKİLEYEN ULUSLARARASI ANTLAŞMALAR

1. Uluslararası Çevre Hukuku Antlaşmaları

Bitkisel üretim, hayvancılık ve balıkçılığı içeren gıda üretim süreci, yoğun şekilde doğal varlık kullanımını gerektirmekte ve doğal ekosistemleri, ekosistem hizmetlerini ve döngülerini doğrudan etkilemektedir. Doğal ekosistemlerin korunmasına ilişkin düzenlemeler içeren çevre hukuku antlaşmaları, bu yönüyle gıda hakkıyla yakın ilişkilidir.

a. Biyoçeşitliliğe İlişkin Uluslararası Antlaşmalar

Biyoçeşitliliğin gıda hakkıyla ilişkisi iki yönlüdür. Birincisi beslenmedir. Biyoçeşitlilik yaklaşık bir asırdır azalmaktadır ve küresel beslenme az sayıda ürün etrafında daha homojen hale gelmektedir. Gıda sistemlerindeki biyoçeşitliliğin azalması, tarımsal sistemlerin uyum sağlama kabiliyetini baltaladığı için gıda hakkına karşı bir tehdit oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) insanların gıda ve sağlık hakları arasındaki bağlantılar hakkında belirttiği gibi: “Her düzeyde (genetik, tür ve ekosistem düzeyi) biyoçeşitlilik, gıda güvencesi ve beslenme kalitesi için temel bir dayanaktır. Biyoçeşitlilik, temel gıdalar, besinler, vitaminler ve mineraller ile ilaçlardaki çeşitliliğin temel kaynağıdır ve yaşamı sürdüren ekosistem hizmetlerinin temelini oluşturur.”

 

Biyoçeşitliliğin gıda hakkıyla ilişkili ikinci yönü, gıda üretim sürecidir. Biyoçeşitlilik, gıda üretiminde hem kullanılmakta hem de gıda üretiminden etkilenmektedir. Biyoçeşitliliğin gıda üretiminde kullanımında, benimsenen tohum sistemi ve tohum sistemiyle bağlantılı olarak kurulan tarımsal üretim sistemi, ekolojik veya endüstriyel olması bakımından biyoçeşitlilik üzerinde olumlu veya olumsuz yönde etki bırakmaktadır.

 

Günümüzde çiftçi tohum sistemi ve ticari tohum sistemi olmak üzere iki tohum sistemi olduğu düşünülebilir. Çiftçi tohum sistemi, tohumların ve bilginin serbestçe paylaşılmasına yönelik yöntemleri korumakta ve çiftçilerin ıslahın tüm yönlerine katılımını sağlamaktadır. Çiftçi haklarını tanıyan “Gıda ve Tarım için Bitki Genetik Kaynaklarına İlişkin Uluslararası Antlaşma”, “Yerli Halkların Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Bildirgesi” ve “Köylülerin ve Kırsal Alanlarda Çalışan Diğer İnsanların Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Bildirgesi”, insan hakları temelli yaklaşımlardır. 

Çiftçi tohum sistemlerinin aksine ticari tohum sistemleri, mülkiyet rejimleri ve sözleşme hukuku yoluyla kimyasal girdilere bağlı homojen çeşitlerin çoğaltılmasına adanmıştır. Ticari tohum sistemlerinde ana amaç kar elde etmek ve mümkün olduğu kadar çok gıda üretmektir. Bu sistem, 1950’lerde yeşil devrimle küresel olarak genişlemiş ve hızlanmış, biyoçeşitlilikteki düşüşte etken olmuştur. 

 

Bir bitki ve onun genetik materyali bir metaya dönüştürüldüğünde, erişimi insanlığın çoğunluğuna karşı kısıtlanarak az sayıda insanın kontrolüne bırakılmaktadır. Bu nedenle bir tohum sistemi mülkiyet rejimlerine ve sözleşme hukukuna ne kadar çok dayanırsa o sistem, insan haklarının korunmasını sağlamak için o kadar çok kurumsal mekanizmaya ihtiyaç duyacaktır.
 

Uluslararası hukuk antlaşmalarına bu iki sistemin anlayışıyla bakıldığında, bir tarafta gıda ve tarım için bitki genetik kaynaklarının kullanımından elde edilen faydaların, adil ve eşit bir şekilde paylaşımını mümkün kılan “Gıda ve Tarım için Bitki Genetik Kaynaklarına İlişkin Uluslararası Antlaşma”, “Biyoçeşitlilik Sözleşmesi” ve “Nagoya Protokolü”nün yer aldığı, diğer tarafta biyoçeşitlilik üzerinde fikri mülkiyet rejimi inşa eden Dünya Ticaret Örgütü’nün “Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Antlaşması” (“TRIPS”) ve “Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin bulunduğu görülmektedir.

b. Pestisitlere İlişkin Uluslararası Antlaşmalar

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, yeterli gıda hakkına ilişkin 12 No’lu Genel Yorumu’nda (1999); gıda hakkının dar veya sınırlayıcı bir anlamda yorumlanmaması gerektiğini ve yeterliliğin sadece niceliği değil, aynı zamanda niteliği de kapsadığını belirterek yeterli gıda hakkını tanımlamıştır. Komite ayrıca, hakkın olumsuz maddelerden arınmış gıda anlamına geldiğini ve Devletlerin, gıdanın güvenli ve niteliksel olarak yeterli olmasını sağlamak için gıda güvenliği gerekliliklerini ve koruyucu önlemleri yerine getirmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu ifadenin en dar yorumu bile pestisitlerle kirlenmiş gıdayı, yeterli gıda olarak görmemektedir. Komite, genel yorumunda, gıda hakkının bir ayağını oluşturan sürdürülebilirlik gereği, gıdanın hem şimdiki hem de gelecek nesiller için erişilebilir olması gerektiğini ifade etmektedir. Pestisitler, biyolojik çeşitlilik kaybına, su ve toprağın kirlenmesine ve ekili alanların üretkenliğinin olumsuz biçimde etkilenmesine neden olarak gelecek kuşakların gıda hakkını etkilemektedir.

Konunun insan hakları yönünün yanında çevresel boyutu bulunmaktadır. Uluslararası çevre antlaşmaları, tehlikeli pestisitlerden daha güvenli alternatiflere geçişi sağlamada sınırlı başarı sağlamıştır. Tehlikeli bir pestisitin kullanımını azaltan küresel bir anlaşmaya iyi bir örnek, Ozon Tabakasını İncelten Maddelere İlişkin Montreal Protokolü ve Ozon Tabakasının Korunmasına İlişkin Viyana Sözleşmesi kapsamında metil bromürün aşamalı olarak kaldırılması ve kontrol edilmesidir. Protokol, metil bromürün devam eden kullanımlarının değerlendirilmesine, geçerli alternatiflerin tanımlanmasına ve bu tür alternatiflere düzenli geçiş için bir programa olanak sağlamıştır.

Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stockholm Sözleşmesi de belirli bir dizi tehlikeli pestisit için küresel yasaklar ve kısıtlamalar getirmektedir. Bununla birlikte anlaşma, büyük ölçüde eskimiş endüstriyel kimyasal ve pestisitten oluşan setin kullanımını yasaklamaktan veya kısıtlamaktan başlasa da kapsamı hala sınırlıdır ve birçok yüksek derecede tehlikeli pestisit Sözleşme kapsamına girmemektedir. Diğer iki anlaşma, yalnızca belirli uluslararası faaliyetler için olmak üzere, daha geniş bir tehlikeli pestisit grubunu kapsamaktadır. Uluslararası Ticarette Bazı Tehlikeli Kimyasallar ve Pestisitler İçin Ön Bildirimli Rıza Prosedürüne İlişkin Rotterdam Sözleşmesi, belirli tehlikeli pestisitlerin ihracatı ve ithalatı hakkında Devletler arasında bilgi paylaşımını sağlamakta; Tehlikeli Atıkların Sınır Ötesi Taşınımının ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi ise tehlikeli pestisitlerin atık olarak uluslararası ticaretini düzenlemektedir.

Tehlikeli pestisitler için uluslararası rejimdeki önemli bir kusur, farklı tipte tehlikeli pestisitleri düzenleyen etkili bir çerçevenin olmamasıdır. Bir pestisit, ancak Stockholm Sözleşmesi veya Montreal Protokolü’nün dar kriterlerini karşılıyorsa düzenlemeye tabi tutulmaktadır ki tehlikeli pestisitlerin büyük çoğunluğu bu kriterlere uymamaktadır. Ayrıca Devletler, Stockholm Sözleşmesi kapsamında tehlikeli pestisitlerin listelenmesini ertelemiştir ve katılma ve vazgeçme hükümleri aracılığıyla küresel bir “yasağı” kabul etme veya reddetme olanağına sahiptir. Rotterdam Sözleşmesi ise bir devletin parakuat gibi tehlikeli pestisitlerin listelenmesini engellemesine izin veren karar alma sürecine sahip olması nedeniyle sakıncalıdır. 

2. Balıkçılıkla İlişkili Uluslararası Antlaşmalar

Küresel deniz ve iç su balıkçılığı, yüksek kaliteli beslenme proteini için hayati bir kaynak sağlayarak ve geçim kaynaklarını destekleyerek milyonlarca insanın gıda güvencesini sağlamaktadır. Bununla birlikte bir gıda kaynağı olarak küresel balıkçılığın üretkenliği, sürdürülemez balıkçılık uygulamalarından, çarpık sübvansiyonlardan ve iklim değişikliğinden olumsuz olarak etkilenmektedir. Uluslararası hukukta balıkçılığa ilişkin yapılan düzenlemelerin, sübvansiyonların veya stokların düzenlenmesine ilişkin olduğu görülmektedir.

3. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Antlaşmaları

DTÖ Tarım Anlaşması, uluslararası gıda politikasının temel bir unsurudur ve DTÖ’yü kuran anlaşmanın bir parçasıdır. Anlaşmayla kurulan çok taraflı ticaret sisteminin uzun vadeli hedefi, “tarımsal destek ve korumada önemli ölçüde kademeli azalmalar” yoluyla “adil ve piyasaya yönelik bir tarımsal ticaret sistemi kurmaktır.”

Tarım Anlaşması üç sütuna dayanmaktadır ve esas olarak üyelere üç yükümlülük getirmektedir. Bu yükümlülüklerden ilki, taraf devletlerin miktar kısıtlamalarını yasaklayarak ve tüm tarımsal vergileri kademeli olarak azaltarak ülkelerindeki pazarlara erişimi artırmalarıdır. İkinci olarak üyeler, yerel destekleri azaltmalıdır. Üçüncüsü, üyeler mevcut ihracat sübvansiyonlarını azaltmalıdır. Bununla birlikte üyeler, 1986-1990 temel döneminde halihazırda uygulanmayan yeni ihracat sübvansiyonları getiremeyecektir.

 

Mevcut çok taraflı ticaret rejiminin gıda hakkı üzerindeki başlıca etkileri şunlardır: (a) Uluslararası ticarete bağımlılığın artması, bu bağımlılıkla birlikte ihraç malların fiyatları düştüğünde ihracat gelirlerinin kaybı, düşük fiyatlı ithal malların iç piyasalara girmesi ve bu ithal ürünlerle üreticilerin rekabet edememesi, gıda ürünlerinin fiyatları yükseldiğinde net gıda ithalatçısı ülkeler için ödeme dengesi sorununun ortaya çıkması; (b) giderek yoğunlaşan küresel gıda tedarik zincirlerinde pazar gücünün potansiyel suistimalleriyle yerel çiftçilik sektörünün çökmesi ve (c) çevre, insan sağlığı ve beslenme üzerindeki potansiyel etkilerin, yeterli gıda hakkıyla yakın ilişkilerine rağmen uluslararası ticaret tartışmalarında göz ardı edilmesi.

 

DTÖ Anlaşması içerisinde yer alan ve Tarım Anlaşması ile birbirine bağlı düzenlemeler içeren, başta Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ve Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPs) olmak üzere DTÖ çerçevesi kapsamında akdedilen diğer anlaşmalar da gıda üreticilerinin üretken kaynaklara erişimini etkilediği için yeterli gıda hakkını etkilemektedir.

4. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Antlaşmaları

ILO Antlaşmaları gıda hakkıyla iki yönden ilişkilidir. İlk olarak herkesin gıdaya ekonomik ve fiziken erişebilir olması için temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek asgari bir ücrete ve sosyal güvenliğe sahip olması gerekmektedir. ILO’nun özellikle asgari ücretin belirlenmesine ilişkin antlaşmaları, bireylerin gıdaya erişebilir ekonomik düzeye sahip olması bakımından önemlidir. ILO Antlaşmalarının gıda hakkıyla ilişkili olduğu ikinci yön ise tarım çalışanlarının ve balıkçılık çalışanlarının haklarıdır. Tarımsal üretim süreci emek yoğun bir süreçtir. Ancak tarım çalışanlarının hakları, diğer çalışanların hakları gibi korunmamaktadır. Tarım çalışanları, herkesin gıda hakkının gerçekleştirilmesinin en önemli aktörü olmasına rağmen toplumun gıda hakkı en çok ihlal edilen kesimini oluşturmaktadır. Tarım çalışanlarının kentlerden uzakta yaşamaları, eğitim düzeylerinin düşük olması ve örgütlü bir yapıda olamamaları gibi nedenlerle hak taleplerinin zayıflığı, haklarının diğer çalışan hakları gibi korunamamasına neden olmaktadır. ILO, tarım çalışanlarına yönelik asgari ücret, sosyal güvenlik, örgütlenme ve sağlık ve güvenlik haklarına ilişkin antlaşmalarla bir koruma oluşturmaktadır.

5. İlgili Diğer Uluslararası Antlaşmalar

Her biri farklı disiplini ve konuyu içeren bu antlaşmalar arasında uluslararası ceza hukuku ve uluslararası insancıl hukuk antlaşmaları ile “Gıda Desteği Sözleşmesi” ve “Anne Sütü Muadillerinin Pazarlanmasıyla İlgili Uluslararası Yasa” yer almaktadır. Gıda hakkı ihlallerinin savaş suçu veya insanlığa karşı suç boyutuna ulaştığı durumlarda bireysel sorumluluğa gidilmesine imkan veren Roma Statüsü ve silahlı çatışma hallerinde açlığın sivil halka karşı silah olarak kullanılmasını yasaklayan ve insani yardıma ilişkin kurallar içeren uluslararası insancıl hukuk antlaşmaları olan Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri bu yönleriyle gıda hakkıyla ilişkilidir. Bununla birlikte yıllardır siyasi ve ekonomik bir silah olarak kullanılan gıda yardımına ilişkin Gıda Desteği Sözleşmesi ile Anne Sütü Muadillerinin Pazarlanması’na İlişkin Yasa gıda hakkı yönüyle önemli metinlerdir.

pexels-pixabay-235925.jpg
bottom of page