Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme
BM Örgütü bünyesinde insan haklarının korunmasını güçlendirmek adına atılan en önemli adımlardan biri 1966 yılında imzalanarak 1976 yılında yürürlüğe girmiş olan İkiz Sözleşmelerdir. Bu sözleşmelerden biri MSHUS diğeri ise ESKHUS olup ilgili Sözleşmeler insan haklarının birinci kuşak haklar ve ikinci kuşak haklar olarak sınıflandırılmasına göre hazırlanmıştır.
MSHUS, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarihli ve 2200 A (XXI) sayılı kararıyla kabul edilmiş ve 19 Aralık 1966 tarihinde imzaya açılmıştır. Sözleşme, 41. madde dışında, 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İnsan Hakları Komitesi’ne ilişkin 41. madde ise, 28 Mart 1979 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşme’yi 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır. Sözleşme'nin onaylanmasını uygun bulan 4 Haziran 2003 tarih ve 4868 sayılı Kanun, 18 Haziran 2003 tarih ve 25142 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Sözleşme’nin 49. maddesi uyarınca, Sözleşme Türkiye bakımından 23 Aralık 2003 tarihinden itibaren hüküm doğurmaya başlamıştır.
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin denetim organı, İnsan Hakları Komitesidir. İnsan Hakları Komitesi, taraf devletlerin kendisine sundukları raporları incelemekte ve değerlendirmektedir. Taraf Devletler, Sözleşmeye taraf oldukları ilk bir yıl içinde, daha sonra da her beş yılda bir Komiteye rapor sunmakla yükümlüdürler. Komite’nin başkaca bir zamanda rapor talep etmesi de mümkündür. Komite, taraf devlet raporunu değerlendirirken güvenilir kaynakları ve özellikle sivil toplum örgütlerinden ve ulusal insan hakları kurumlarından gelen bilgileri de değerlendirmektedir.
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokol ile İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel ve devletlerarası başvuru usulü tanınmıştır. Türkiye, bireysel ve devletlerarası başvuru usullerini öngören İhtiyari Protokol’e taraf olarak, İnsan Hakları Komitesi’nin bireysel ve devletlerarası başvuruları kabul etme ve inceleme yetkisini tanımıştır.
MSHUS’ye baktığımızda gıda hakkının doğrudan doğruya tanınmadığı, ancak diğer haklar kapsamında koruma altına alındığı görülmektedir. Bu haklardan ilki halkların kendi kaderini tayin etme hakkıdır. İlgili hakkı koruma altına alan MSHUS’nin 1. maddesin 2. fıkrasına göre: “Bütün halklar, kendi amaçları doğrultusunda, karşılıklı yarar ilkesine dayanan uluslararası ekonomik iş birliği ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerine halel getirmemek kaydıyla, kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk hiçbir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan olanaklarından yoksun bırakılamaz.” Halkların kendi kaderini tayin etme hakkının, gıda hakkı ile bağlantısı ve önemi, ülkede yaşayan nüfus açlıkla mücadele ederken, ülkenin gıda üretim kapasitesinin devlet tarafından tamamen küçük bir azınlığın veya yabancı yatırımcıların menfaatine sunularak istismar edilmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durum, halklarının kendi kaderini tayin etme hakkının ihlali kapsamında gıda hakkının da ihlali anlamına gelecektir.
MSHUS’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Her insanın doğuştan gelen yaşama hakkı vardır. Bu hak yasalarla korunacaktır. Hiç kimsenin yaşamı keyfi olarak elinden alınamaz.” hükmü ile yaşam hakkı koruma altına alınmıştır. Yaşam hakkı, her ne kadar ilk ele alınış biçimiyle devletlere sadece negatif yükümlülük yükleyen ve bireylerin keyfi olarak öldürülmesine karşı koruyan bir içeriğe sahip olarak yorumlansa da hakkın günümüzde daha geniş bir şekilde yorumlandığı görülmektedir. MSHUS’nin denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi tarafından yaşam hakkının içerik ve kapsamını ortaya koymak üzere hazırlanan Genel Yorum 6’da yaşam hakkının genellikle dar yorumlandığına dikkat çekilerek, hakkın doğru bir şekilde anlaşılması için devletlere birtakım pozitif yükümlülüklerin de düştüğüne vurgu yapılmaktadır. Bu bağlamda, devletlerin özellikle yetersiz beslenme ve salgın hastalıkları ortadan kaldırmak için önlem alarak çocuk ölümlerini azaltmaları ve ortalama yaşam süresini arttırmaları gerektiğinin altı çizilmektedir. Genel Yorum 6’dan anlaşılacağı üzere yaşam hakkı, gıda hakkını da içerecek biçimde geniş bir biçimde yorumlanmaktadır.
İnsan Hakları Komitesi’nin yaşam hakkına ilişkin daha güncel diğer bir genel yorumunda da yaşam hakkı ile açlık ve kötü beslenme sorununun birbirleriyle olan bağlantısına yine dikkat çekildiği görülmektedir. Bu bağlamda İnsan Hakları Komitesi, Genel Yorum 36’da devletlerin yaşam hakkına ilişkin koruma yükümlülükleri kapsamında insanların yaşamlarını tehdit eden veya onları insan onuruna uygun bir yaşam sürmekten alıkoyan genel şartları ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler almaları gerektiğini ifade etmektedir. İnsan yaşamını tehdit eden veya insan onuruna uygun bir yaşam sürmeyi olanaksız kılan şartlar arasında yaygın açlık ve kötü beslenme de sayılmaktadır.