Uluslararası Çevre Hukukunun Kendine Has Yapısı

Uluslararası Çevre Hukukunun Kendine Has Yapısı

Uluslararası Çevre Hukukunun Kendine Has Yapısı

 

Dr. Ezgi Ediboğlu

 

          Gıdanın Durumu olarak sıkça uluslararası çevre hukukundan bahsedeceğimiz için bu yazı, uluslararası çevre hukukunu kısaca tanıtmak amacıyla kaleme alınmaktadır.

          Uluslararası hukuk çok farklı dalları olan bir başlık olduğu için her dal aynı normatif bakış açısı ve yöntemler ile değerlendirilmemelidir. Özellikle de görece geç gelişen uluslararası çevre hukukunu genel uluslararası hukuk bilgisi ile değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Bu durumu ve sebeplerini tarihsel süreçlerle açıklamak okuyucuya kolaylık sağlayacağından aşağıda bu yöntem kullanılmıştır.

          Devletler arası ilişkilerin daha güvenilir bir zemine oturtulması amacı ile hem ikili hem de çok taraflı anlaşmalar 19. yüzyılda yaygınlaşmıştır. Bu anlaşmalar genel anlamda belirli yükümlülükleri düzenleyen (örn. komşu ya da ticari ilişkisi olan devletlerin salgınlarda nasıl hareket etmesi ile ilgili) veya bir konuda ortak hareket etmeyi hedefleyen (örn. saatlerin belli bir sistemde düzenlenmesi) çok çeşitli konu alanları olan anlaşmalardır. Gelişen teknoloji ve endüstriyel üretimin yaygınlaşmasıyla 20. yüzyılda devletlerin anlaşma ihtiyacı artmış, ortak sorunlar ortaya çıkmıştır (örn. çok uluslu ticaretin düzenlenmesi, işçi haklarına yeniden ve adil yaklaşım ihtiyacı veya geniş ölçekli savaşların engellenmesi). Bu ihtiyaçlar anlaşmaların daha global ölçekte yapılması ve örgütlerin kurulması ihtiyacını doğurmuştur.

          20. yüzyılın ilk yarısı, özellikle de dünya savaşları sonrası, hem anlaşma yapımı hem de örgütlerin kurulması anlamında çok yoğun bir dönem olmuştur. Özellikle 1945’te Birleşmiş Milletler’in (BM) kurulması hem devletlere daimi bir iletişim alanı tanımış hem de uluslararası anlaşmaların bir sistem altında oluşturulması ve yönetilmesi anlamında bir milat olmuştur. BM Genel Kurulu’nun fonksiyonlarından biri olan gerekli görülen alanlarda araştırma ve anlaşma yapmak ile devletler arası kooperasyon (bunun sonucu örgüt kurmak olabiliyor) hedefleriyle devletler arası toplantıları başlatmak uluslararası hukukun gelişiminde rol oynamıştır. Nihayetinde anlaşma yapacak veya örgütü kuracak olan aktörler devletler olsa da, BM Genel Kurulu, küresel sorunların ortaya atılıp saptanması ve anlaşma yapmaya uzanan süreçlerde etkili olmuştur.

          20. yüzyılın özellikle ikinci çeyreğinden itibaren uluslararası ticaret hukuku, insan hakları gibi alanlarda belli bir uluslararası anlayış yerleşmeye başlamış, sayıları sınırlı olsa da zamanla anlaşmalara dayanarak devletlerin yükümlülüklerinin ihlaline bakacak yargı merciileri ortaya çıkmıştır.

          20. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde ise gerek anlaşma gerek örgüt sayılarının çoğalması sebebiyle devletler küresel ölçekte anlaşma yapmaya ve örgüt kurmaya mesafeli hale gelmişlerdir, zira bölgesel ve çok taraflı diğer anlaşmalar ve örgütler de ortaya çıkmıştır. Bu durum ülkeler açısından yönetilmesi zor bir konu haline gelmiştir. Devletleri yine de anlaşma yapmaya ikna eden konu ise çevre sorunları olmuştur. Fakat devletler eskisi gibi net yükümlülük içeren anlaşmalardan olabildiği kadar uzak durmuş, çevre ile ilgili küresel çapta bir örgüt kurmaktan kaçınmışlardır.

          Sonuç olarak anlaşmalar ve bu anlaşmaların organları ile gelişen kendine has yeni bir alan ortaya çıkmıştır. Altı çizilmelidir ki devletlerin çevreyle ilgili çalışmaya ikna olmakla birlikte bu alanda sıkı yükümlülük içeren anlaşmaları imzalamak ve örgüt kurmaktan kaçınmalarının ana sebeplerinden biri çevresel koruma sebebi ile ekonomik yük altına girmek istememeleridir.

          1960’larda BM Genel Kurulunun dikkatini çeken ve üzerine çalışılan bir alan olmaya başlayan çevre hukuku alanında 1970’lerde gelişmeler olmuştur ve bazı ses getiren toplantılar ve anlaşmalar yapılmıştır. Bu süreç 1990’ların sonuna kadar devam etmiştir ve bugün global anlamda çevreyi korumayı hedefleyen anlaşmaların çoğunun temel anlaşmaları bu süreçte imzalanmıştır. Bazı konusu dar sorunlar için açık yükümlülük veren anlaşmalar yapılsa da, iklim değişikliği gibi geniş konularda temel anlaşmalar “çerçeve” olarak yapılmıştır. Burada amaç konuyu genel anlamda düzenleyip ortak iradeyi, hedefleri, prensipleri ve yükümlülük başlıklarını ortaya koymaktır. Örneğin, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Madde 4(5), anlaşma Ek-2’de yer verdiği gelişmiş devletlere çevreye duyarlı teknolojilerin transferini teşvik etmek, kolaylaştırmak ve finanse etmek yükümlülüklerini vermektedir. Peki bu yükümlülük hangi sürede, nasıl bir adımı, tam olarak hangi teknolojiler için istemektedir? Çerçeve sözleşmelerde bu gibi detaylar bilerek belirsiz bırakılmaktadır. Bu detaylar, taraflar konferansı veya çerçeve anlaşma altında yapılacak olan protokol, yeni anlaşma gibi gelecekte yapılacak olan hukuki belgelere bırakılmıştır.

          Çevre hukukunu geliştirmek için bilimsel bilgiye ve günün koşullarını anlamaya ihtiyaç olduğu için, temel anlaşmalar çerçeve olarak hazırlanmakta, bunların gelişip değişmesi ise taraf devlerin zamanla şekillenecek iradesine bırakılmaktadır. Bu yüzden de anlaşma tarafı devletlerin buluşmaları ve aldıkları kararlar çok kritik olmaktadır. Taraflar konferanslarının kararlarının teknik olarak hukuki niteliği bağlayıcı olmasa da bu kararlar uluslararası çevre hukukunun niteliği gereğince devlet davranışlarını etkileyen ve bazı durumlarda yeni bir protokole, anlaşmaya evrilebilen belgelerdir. Uluslararası hukukun diğer alanlarında bağlayıcı olmayan, yükümlülük vermeyen belgelere “öneri” gözüyle bakılsa da, çevre hukuku anlamında bu önerilerin çok ciddi etkileri olduğunun altı çizilmelidir. Bu yüzdendir ki çevre anlaşmalarının taraflar konferansları çok olaylı ve politik geçmekte, alınan kararlara ilişkin ciddi analizler yapılmaktadır. Aynı zamanda, taraflar konferansı gibi bir örgüte bağlı olmayan anlaşma organlarının pek çok fonksiyonu yerine getirdiğine şahitlik etmekteyiz. Bu sebeplerle, uluslararası çevre hukuku metinlerini ve konuya dair gelişmeleri incelerken veya yorumlarken, genel uluslararası hukuk bilgisinin yanıltıcı olabileceğini not etmek gerekir. Konunun detaylarını ilerleyen zamanlarda podcast ve diğer yayınlar üzerinden tartışmaya devam edeceğiz.